Sanat alanı, özel olarak sinema alanı yoğunlukla kendini “solcu” olarak tanımlayanların işgal ettiği bir şey olagelmiştir Türkiye’de... Sağ çevrelerde de bu hep konuşulur ve şikâyet edilir... Bu konuda sağdan gelen insanların, kendi tabirleriyle “milli ve manevi değerlere bağlı” insanların bu alandaki eksikliğinden hep dem vurulur... Geçmişte tek tük yönetmenler buna meydan okumuştu. Fakat kalıcı bir etki yaratılamamıştı... Özellikle İslami kesimden gelen sinemacılar sadece kendi kesimlerinin izlediği filmler yapabildiler...

Milliyetçi-muhafazakâr bir sinema adamı olarak Osman Sınav da 80’lerin sonundan itibaren sinema alanında varlık göstermeye başladı, hâlihazırdaki sinema oligarşisi de Sınav’ı uzun süre yok saydı. Zaten tüm “sağ” sinemacıların hikâyesi dışlanma, küçümseme ve yok sayılmaya karşı direnmekle geçmiştir. Kendileri de her zaman hikâyelerini böyle sunarlar... Sınav esas kitleselleşmesini ise TV alanında “Süper Baba” ile yaptı. Bu dizi ile ciddi ölçekte alan genişletti, kendinden sonra gelecek muhafazakâr sinemacılara da alan açtı böylece Sınav. Raci Şaşmaz da Sınav’ın açtığı alandan bu “yabancılar diyarı”na girdi... Bahadır Özdener de Şaşmaz’ın vesilesiyle bu alana girdi. Sonra Sınav ile yolları ayrıldı bu ekibin... Büyük bir kitlesel başarı elde ettiler. Zamanında onları yok sayan, küçümseyen, bıyık altından gülen, Vadi’cilerin tabiriyle “Cihangir hegemonyası”nın mensupları Elazığ’dan, Gümüşhane’den kopup İstanbul’a gelen bu isimlere gıpta ile bakmak durumunda kaldılar... Gerçekten istediklerini başarmışlardı, “milletin değerlerine yabancı” sanat çevrelerini alt etmişlerdi. Zirveye kurulmuşlardı... Kendi anlam dünyaları açısından tam bir fetih öyküsüydü yaşadıkları...

Ben yukarıda anlattığım bu sürece çok sempatiyle bakan biriyim bir yönüyle. Periferiye itilen kimlik kökenlerinden gelen insanların merkeze yürümesi, egemen kimliğe meydan okuması evrensel bir hikâye olarak da hep hoşuma gitmiştir. Dün andığım Ahmet Kaya hikâyesi de böyledir mesela... Kaya, önüne çıkan statüko bariyerlerini yara yara kendine alan açmış ve o şekilde varlığını kabul ettirmiş bir sanatçıdır... 2000’lerin başlarında Kurtlar Vadisi yapımcılarını kimlik kökenlerinden ötürü küçümseyen “Ayy onlar tarikatçıymış” diyen çok sayıda sinemacıya, oyuncuya da rastlardım. Sonradan o oyuncular ’da Vadi'de yer alabilmek için her türlü kulisi yapar hale geldiler... Vadi’cilerle ve Sınav’la ortak işe girişen başka bir figür Hasan Kaçan da İslami kimliği gereği bu küçümsemelerle hep karşılaşırdı. Rutin olarak Kurtlar Vadisi dizisini yaratan isimlerle ilgili merkez medyada “tarikatçı, dinci, gerici” gibi haberler çıkardı. Metin Uca gibi resmî devlet ideolojisine iman etmiş tipler de bu haberlerden hareketle Vadi’cileri hedefe koyardı... Bu haberlerin hepsinin ahlaksızca bir zihniyetin ürünü olduğunu söylemeye gerek bile yok. Bu pespaye haberlere karşı her vicdanlı insanın tavrı nettir, net olmalıdır...

Fakat üzücü olan Kurtlar Vadisi ekibinin resmî devlet ideolojisi tarafından dindar-muhafazakâr insanlara reva görülen bu muameleyi inkâr ediyor olmaları!! Bana öyle bir tekzip göndermişler ki üzülmekle tebessüm etmek arasında kaldım maalesef... Ben onlara “Egemen devlet mantığı sizleri ikinci sınıf olarak görüyor” diyorum. Bu durumun utanç verici olduğunu söylüyorum... Bu dediğimi onaylamayacak hiçbir sağduyulu dindar yurttaş yok bu ülkede. Abdullah Gül’ün eşinin inancı gereği taktığı başörtüsü yüzünden muhtıra verilen bir ülkede yaşıyoruz biz... Kurtlar Vadisi hayal dünyasında mı yaşıyor acaba?

Onlar ise “Biz ikinci sınıf yurttaş değiliz, biz zenci değiliz. İstersek Genelkurmay Başkanı bile oluruz” diye bana tekzip göndermişler. Beni de “devletimize dil uzatıyor” diye bir yerlere şikâyet ediyorlar... Avukat Orhan Kemal Cengiz de herTaraf’ta yayınlanan yazısında Kurtlar Vadisi kadrosunun en çok bu “zenci”lik meselesine içerlendiklerini haklı olarak belirtiyor ve şöyle diyor...

“Türkiye’de beyaz adamın sözcülüğüne soyunmuş çok sayıda zenci vardır. Bunlar sadece beyaz adamın yerine konuşmakla kalmazlar, adeta onunla özdeşleşirler. Olaylara, o beyaz adam nasıl tavır koyacaksa onlarda öyle koyarlar.”

Hasan Kaçan, Bahadır Özdener, Şaşmaz Kardeşler... Vadi’yi seven çok sayıda dindar genç var. Sizler vazgeçtiniz mi bilmiyorum ama onların benimsedikleri İslami kimliklerinden vazgeçme gibi niyetleri de yok...

Sorun bakalım bu devletin birinci sınıf yurttaşları muamelesi görüyorlar mıymış? İmam-hatipli ya da beş vakit namaz kılan bir genç Harbiye’ye kayıt olmak isterse sonuç ne olur, sorun bakalım... Gülen hareketi mensuplarına sorun... Fethullah Gülen keyfinden mi ABD’de yaşıyormuş? Yoksa birileri bu ülkeyi kendisine dar etti de, o sebeple mi sürgün hayatı yaşamak zorunda kaldı Gülen hoca?

Lütfen kendinizi kandırmayın... Dizinizde söylediğiniz gibi yürekli, cesur ve dürüst olun... Delikanlı olmak zalime karşı her zaman mazlumdan yana olmak demektir...

Taraf / Rasim Ozan Kütahyalı

1 Comment:

  1. Adsız said...
    ulen rasim ozan kütahyalı kurtlar vadısınden gecınmeyı bırak bu sayede ünlü olamazsın kocum senın ne oldugunu butun herkes bılıo akıllı ol

Post a Comment