Abant Platformunun “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak” konferansı için iki gündür Erbil’deyiz. Kadim medeniyetlere ev sahipliği yapan bölgede güzel insanların öncülüğünde yeni bir sayfa açılıyor. Yüze yakın aydın, gazeteci ve akademisyenin katıldığı toplantılar büyük bir duygu seli altında gerçekleşiyor.

Erbil’le ilgili ilk gözlem buranın bir şantiye halinde olduğu. Hem her köşede Türk şirketlerinin tabelalarının olduğu şehirde kendimizi Türkiye’de gibi hissettik. Geçmişte bir Türk şehri olan kent zamanla yaşanan nüfus hareketleri sonunda artık bu özelliğini yitirmiş durumda.

İnsanların çoğu az da olsa Türkçe biliyor ve anlıyor. Türkiye’de oluşan algının tersine sokaktaki halkın Türklere karşı büyük bir muhabbeti var. Halk düzeyinde Türkiye’ye karşı ciddi bir sorun görünmezken aydınlar nezdinde sorunlu bir ulus devlet projesinin hayata sokulmak istendiği gözleniyor.

Erdoğan’ın Davos çıkışı sonrası burada bizlere karşı özel bir sevginin olduğunu gözlemledik. Buradaki insanlar Türkiye’nin televizyonlarını izlediklerinden gündemi sıkı bir biçimde takip ediyorlar ve bize son tartışmalarla ilgili sorular soruyorlar. En çok merak edilen konu ise Kurtlar Vadisi dizisinin ne zaman yeniden yayına başlayacağı hususunda yaşanıyor.
Türkiye Yumuşak Gücünün farkına varıyor

Türkiye’nin komşularıyla uzun süredir ihmal ettiği ilişkilerin geliştirilmesi konusunda STK’ların öncülüğünde yeni bir dönem açılıyor. 20 Yüzyılın başında İngiliz Emperyalizminin cetvelle çizdiği sınırlarda oluşturulan devletçikler coğrafyasında Türkiye epeydir resmen olsa da fiilen olmadı.

Türkiye “yumuşak gücünü” kullanma konusunda malesef sürekli bir ikircikli politika benimserken tarih ve coğrafyanın ‘defactosu’ karşısında iyice köşeye sıkıştı. Türkiye ya yeni bir dış politika paradigması oluşturacak ya da statükoya teslim olup tarihsel ve toplumsal iddialarından vazgeçmek durumunda kalacak.

Türkiye’nin uzun süredir PKK ve Kürt meselesi parantezinde izlemeye çalıştığı bölge, Türkiye ile önemli toplumsal, kültürel ve tarihi bağlara sahip. Hâkim medyanın zehirleyici dili altında geliştirilmeye çalışılan bölge siyaseti uzun yıllar “hata yapmamak için hiçbirşey yapmama” siyaseti üzerine inşa edilmiş durumda.

Türkiye, 80 yıl önce acı biçimde terk ettiği bölgeyle olan ilişkilerini daha sonra sürekli güvenlik penceresinden ele aldı. Türkiye bırakın bölge halklarını Türkmenlere dahi sahip çıkamadı. Tarihsel olarak mazlum milletlerin yanında yer alan Türkiye Kürtlerin, Arapların, Asurilerin, Keldanilerin ve diğer halkların çağrılarını sürekli erteledi veya zamana yayıp heyecanlarını tavsattı.

Türköne ‘Hepimiz Kürdüz!’ dedi

Platformun iki gündür devam eden tartışmaları esnasında ortaya çıkan temel konu Türkiye ile bölge arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde siyasetin ötesinde araçlara ihtiyaç bulunduğu öne sürülürken, bölgenin değerler manzumesini referans alan bir siyasi aklın hakim kılınması gerektiği hususu üzerinde duruldu.
İlk gün açılışında Erbil Valisi, Musul Konsolosu, Selahattin Üniversitesi rektörü ve Platform adına Mümtazer Türköne Hocanın konuşmaları oldu.

Yoğun bir hissiyatın hakim olduğu ilk güne Mümtazer Hocanın enfes konuşması damgasını vurdu. Mümtazer Türköne ezberleri bozan nefis bir açılış tebliği sundu. Türköne, Ziya Gökalp’in “Türkü sevmeyen Kürt, Kürt değildir. Kürdü sevmeyen Türk Türk değildir” sözüne referans vererek, hepimiz burada Kürdüz ve kendimizi evimizde hissediyoruz dedi.

0 Comments:

Post a Comment