Geçenlerde dizi çekimleri için, sete gidiyordum. İlk kez kullanacağımız bir mekan olduğu için yolu bilmiyordum. Tarif etsinler diye setten birilerini aramak istedim. Telefonum çalışmıyordu. Belki kapsama alanı dışındadır diye düşündüm. Arabada bulunan arkadaşlarımın da telefonları çalışmıyordu. Neden böyle diye merak ettim. Asistanım, Obama’nın İstanbul’da olduğunu ve geçeceği güzergahlarda, güvenlik gerekçesiyle telefon sinyallerinin engellendiğini söyledi. Bir şekilde sete ulaştım. Ama bu olay, yol boyunca beni geçmişe götürdü.

Teknolojinin bu kadar yaygın kullanılmadığı günlerde acaba daha mı mutluyduk? Yoksa hayatımıza bu kadar kolaylıklar kazandıran teknoloji sayesinde mutluluklarımızın rengi mi
değişti?

Bilim ilerledikçe, sahip olduğumuz bilginin getirdiği refah düzeyi ve yaşam standartlarımız sürekli yükselmekte. Alışkanlıklarımızın değişmesi, çevremizle olan ilişkilerimizi de etkilemekte, değiştirmekte. Bu doğal bir süreç. Sadece bu doğal süreçte kazanımlarımız kadar, yitirdiklerimizin de olduğunu düşünüyorum. O kadar çok kendimizi kaptırıyoruz ki, alışkanlıklarımızın bir anlamda esiri oluyoruz. Özgürlüğümüzü kaybediyoruz. Muhabbet etmenin anlamını, zevkini yitiriyoruz.

Hani eskiden sık sık elektrikler kesilirdi ya. O zamanlar da ben yine bu duyguları yaşardım. Elektrik sayesinde dünyamız değişmiş, aydınlanmıştı. Kesilince karanlığın verdiği sıkıntılardan kurtulmak üzere mumlar yakılırdı. Sokaktaysak gökyüzüne bakar, unuttuğumuz, yıldızları seyretmenin zevkini yeniden yaşardık. Evdeyken yakılan mum ışığının etrafında toplanır, büyüklerin yaptıkları hoş sohbetleri dinlerdik. Anlatılan hikayeler hafızalarımızda hiç unutulmamacasına yer edinirdi. Elektriklerin gelmesiyle de televizyon ya da radyo açılır, muhabbet sona ererdi.

Günümüzde de bu süreç cep telefonlarıyla devam ediyor. Önce evlerimize telefonlar bağlandı. Özlediğimiz, ayrı kaldığımız sevdiklerimizle iletişim kurmamızı, hasret gidermemizi sağladı. Acil durumlarda, yardım çağırır; günümüzü evde geçirdiğimiz normal zamanlarda da dostlarımızı arar, sohbet ederdik.

Cep telefonları çıkınca, hayatımızın şekli tamamen değişti. Bulunduğumuz her mekanda, dilediğimiz herkese ulaşmanın ve ulaşılabilmenin aracı oldu. Uzaklıkları ortadan kaldırdı. Birçok işimizi telefonla oturduğumuz yerden hallediyor, yollarda fazla zaman kaybetmiyoruz artık.

Artık yanımızda cep telefonumuz olmadan, elimiz kolumuz bağlanmış gibi oluyor. Sanki kalp atışlarımızın göstergesi haline geldi, onsuz yaşamıyoruz. Günlük hayatımızı, duygularımızı bile düzenler oldu. Aradığımız kişi cevap vermiyorsa, kızıyoruz, üzülüyoruz. Yakınlarımıza ulaşamayınca, başlarına bir şey mi geldi diye endişeleniyoruz. Elinde üç telefon taşıyan , telefonuyla uyuyan insanlar tanıyorum. Şimdilerde en yakınımız, yardımcımız, vazgeçilmezimiz telefonumuz oldu artık. Hayatımızda bu kadar etkili olan bu aletin kabusumuza dönüştüğü zamanlar da yok değil. En ihtiyacımız olduğu anda kapsama alanı dışında kalabilir ya da şarjı bitebilir. Onsuz yaşamayı unuttuğumuz için de ne yapacağımızı bilemeyiz.

Benim en büyük şikayetim, muhabbetlerimizi bölüyor olması. Elektriğin, mum ışığı etrafındaki sohbetleri televizyonla ortadan kaldırması gibi telefonun da bizden alıp götürdüğü bazı güzel alışkanlıklarımız var.

En yakınlarımızla bulunduğumuz muhabbet ortamlarında, çalan telefon sesi, bir ‘pardon’ sözüyle muhabbeti bölerek ayrılmamıza sebep olur. Uzaktakilere ulaşma aracımız, yakınımızdakilerden bizleri uzaklaştırabiliyor da. Ya önemliyse düşüncesiyle açtığımız telefon, okuduğumuz mesaj, birkaç dakika için bile olsa, etrafımızla ilişkimizi kesebilmekte. Geri döndüğümüzde, ‘nerde kalmıştık’ sözüyle, aslında çok şeyi kaçırdığımızı da itiraf ederiz.
Aslında her şey çok basit. Biraz dikkat biraz saygıyla, kapsama alanından hiçbir zaman çıkmayacağımız gerçek dostların muhabbetleri hayatlarımızdan hiç eksik olmayacaktır. Bölünmez muhabbetlerin kapsama alanında olmanız dileklerimle…

0 Comments:

Post a Comment