Türkiye'de gündelik hayatın sosyolojisinde radikal bir değişiklik gözlemleniyor. Bu değişiklik, verili değer hükümlerinin tepetaklak ediliyor olmasıdır.

Geleneksel olarak yüceltilen ne varsa, giderek değersizleştiriliyor; geçmişte değersiz ve süfli olansa, değer kazanıyor. Hiç şüphesiz fark etmişsinizdir. Özellikle gündelik hayatın iktisat söyleminde öteden beri var olanın, bu defa hâkim bir konuma gelmiş olmasını kastediyorum: 'Devletin malı deniz, yemeyen domuz', 'bal tutan parmağını yalar', 'yağmur yağarken küpleri doldurmak gerekir' gibi özdeyişlerimiz (!), geçmişte, çoğunlukla olumsuzlanan, marjinal bir ahlaki tavır alışı işaret ederken, bugün, bırakınız marjinal ve ayıplanan bir yaklaşımı, tam tersine olumlanan ve hâkim bir söylemin parçası olarak dolaşıma girmiş bulunuyor. Yolsuzluk, ihtilas, sahtekârlık, dolandırıcılık ve akla gelebilecek her türlü düzenbazlığın, özellikle kamu ya da devlet malı söz konusu olduğunda, şimdilik Allah'a şükür hukuken değil, ama en azından ahlaken meşru görülmeye başlandığına tanıklık etmiyor muyuz? 'Adam işini biliyor, helal olsun!' diye yolsuzluk yapanı aklamıyor muyuz? Haram'a, 'helal olsun!' demiyor muyuz? Çoğunluk böyle düşünmüyor diyebilir misiniz artık? Bunlar, bilinen şeyler...

Gündelik hayatın iktisat ahlakında görülen bu tepetaklak oluşun hâkim bir konuma geçmesi, bana sorarsanız, vahim bir krizdir ve gerçek kriz, belki de budur: İktisat ahlakının tepetaklak oluşu! Dahası, bu durumun belirlediği ve en az iktisat ahlakındaki tepetaklak oluş kadar vahim içermeleri var. Geçmişte değerli görülenler bugün de değerli görülüyorlar mı gerçekten? Bir bakalım.

Evet, bir bakalım, mesela, Aşk! Tasavvufun ilahî, gündelik hayatınsa dünyevî anlamda yücelttiği bir kavram. Bugün, lumpenleşmiş bir 'Ayıboğan' sembolizmiyle Recep İvedik'e emanet edilmiş görünüyor;-tıpkı, 'Devrimcilik'in, 'nalet olsun içimdeki bu insan sevgisine!' diyen Muro'ya emanet edilmesi gibi! Recep İvedik ve Muro, Türkiye'de sıradanlığın ve bayağılaştırmanın giderek mütehakkim bir norm'a dönüşmekte olduğuna işaret eden lumpenliğin kuşatıcı ve yaygın bir hale geldiğinin açık kanıtlarıdır.

Bu lumpenleşmede, mizahın, dolayımlaştıcı ve meşrulaştırıcı bir işlevi olduğu görmezlikten gelinemez. Mizah, Recep İvedik'e ve Muro'ya, sanki alaya alınıyormuş oldukları izlenimini veren bir bağlamda sunulmalarını kolaylaştırarak bir nevi meşruiyet kazandırıyor.

Bir örnekle anlatayım: Bundan 40 küsur yıl önce Londra'da Royal Shakespeare Company (Aldwych) Tiyatrosu'nda Roy Dotrice'in başrolü oynadığı Bertolt Brecht'in 'Puntilla Ağa ve Uşağı Matti' oyununu seyrediyordum. Oyun, bildiğiniz gibi, bir feodal ağanın gün boyunca uşağına olmadık eziyet ve zorbalıkla davranırken, gece birlikte içki içip sarhoş olduğunda ona son derece dostça ve insanca davranışını anlatır. Roy Dotrice, sarhoş Puntilla Ağa'yı o kadar sevimli, canayakın ve insani bir kimlikle oynuyordu ki, oyunu izleyenlerin, ben dahil, neredeyse Puntilla Ağa'nın gündüzki acımasızlığını bağışlamak ve onun zorbalığını meşru görmek kertesinde bir duyguya kapıldığımızı hatırlıyorum. Brecht'in mantığıyla düpedüz çelişiyordu bu durum. Roy Dotrice'in yapması gereken, geceki sarhoş Puntilla Ağa'nın insanî görünümüne bizi ısındırmak değil, yabancılaştırmak olmalıydı halbuki...

İvedik'in ve Muro'nun bir mizah kılıfı içinde sunulmaları, tıpkı Roy Dotrice'in Puntilla Ağa'sının 'Sömürü' gibi bir insanlık dışı durumu sevimli göstermesine benzer bir biçimde, Aşk ve Devrimcilik gibi iki büyük insani değerin bayağı ve değersizleşmiş bir biçimde alımlanmasına neden oluyor.

Türk insanı lumpenleşiyor! Tehlikenin farkında mısınız?

0 Comments:

Post a Comment