Tanındıkça, bilindikçe, toplumda kendisinden haberdar olunan bir figür haline geldikçe, “her söylediğimde bir keramet var” inancına kapılıyor demekki bu tipler. Tanınmış olmanın insanın aklını başından alan bir yanı olduğunu söyleyenler, haksız sayılmazlar gerçekten de. Bu tiplerin çoğunun aklına, özellikle bilinen bir figür olduklarından ötürü, daha fazla sorumluluk taşıdıklarını düşünmek gelmiyor. Örneği çok bunun. Ben bir Zeki Müren’i hatırlarım. AIDS’in, bir eşcinsel hastalığı sanıldığı bir dönemde, korunmasız seks yapılmaması yönündeki uyarılar karşısında görüşü sorulan Müren, tıp otoritelerine saç baş yolduran bir yanıt vermişti: “Biz seksten sonra yıkanan bir milletiz. Bize AIDS bulaşmaz.” Memlekette, cinsel kimliğinden de ötürü, özellikle bu konuda herhalde bir bildiği vardır diye düşünüldüğünden, Müren’e inanan çok kişi olmuştur, eminim. Ünlü olanın, ünlü olduğu için dokunulmazlık kazandığına, söylediklerinin hiç sorgulanmayacağına inanmış olmasıyla ilgili bir tutum bu. Atilla Olgaç denen zat da bu tutum sahiplerinden biri. Bir televizyon programında “On Rum askerini öldürdüm” diye bir itirafta bulundu, bildiğiniz gibi. Muhteremin kendisinden hangi biçimde olursa olsun söz ettirmek gibi arızalı bir tavra sahip olduğu konusunda kimsenin, sanırım, kuşkusu yoktur. Adını isteyerek karıştırdığı kargaşayı, -gerçi yüzüne gözüne bulaştırdı ama-, kendi sektöründe ranta çevirmek gibi son derece sefil bir inanışı varmış belliki. Yazık. Adamın densizliğine, her zamanki gibi asıl vahim taraf görmezden gelinerek, “yine rezil olduk” duygusuyla yaklaşıldı. Rumlara koz vermekten, dünyaya kendi kendimizi kötülemekten söz eden bir çok makale yazıldı. Yani, Olgaç denen adam, yediği haltı bir marifetmiş gibi anlatmasa, gayet mutlu, barışsever insanlar olduğumuza inanmış bir halde, yaşamımızı sürdürmüş olacaktık. Ama bu Kurtlar Vadisi “kahramanı”nın sonradan geri almaya çalıştığı “On Rum’u öldürdüm” itirafıyla yaşanılan “yol kazası” buna izin vermedi. Hemen belirteyim; gerçekten de böyle bir olayı yaşamamış olabilir Olgaç. Yaşanmamış olması, benim açımdan çok da önemli olmaz yine de. Ben, ortaya çıkan, insanı dehşete düşüren “zihniyet”le ilgiliyim. Yalan da olsa gerçekmiş gibi, zatın, kendi deyimiyle, “yıllarca içinde taşıdığı” bu acıyı dile getirmesindeki zamanlama ile toplumsal ortam ilgilendiriyor beni daha çok. “Bizden olmayan”a karşı duyduğumuz düşmanlık duygularının arttığı, “içimizdeki” azınlıkların potansiyel bir tehlike olarak görüldüğü, dinin, imanın, milliyetin elden gitmek üzere (!) olduğu bir dönemde dile getiriyor bu “acısını” Olgaç. Zamanlama gerçekten çok iyi. Kendisine destek verecek toplumsal bir ortam ziyadesiyle mevcut çünkü. Yani İsmail Türüt-Ozan Arif ikilisinin, yeni bir, Plan Yapmayın Plan adlı sözümona türküyle, önemli bir kentin baro başkanının da “Olgaç haklıdır” sözleriyle her an destek verebilecekleri bir ortamdır bu. Haberin yer aldığı haber sitelerindeki okuyucu yorumlarına bakıldığında, onlarca, “eline sağlık”, “iyi yapmışsın” mesajlarıyla karşılaşabiliyorsunuz. Olgaç’ın “yirmi beş yıl” bekleyip, “on Rum’u öldürdüm” itirafını yapması acı, ancak “muhteşem” bir zamanlamadır bu yüzden. En tutulduğum da şu cümlesi oldu: “Bu vatan için öldürdüm”. Tanımını herkesin kafasına göre yaptığı vatanseverlik kavramından nasiplenmek isteyenler, vicdanına uygun “eylemler” yapar ya da yapmamışsa, işte Olgaç örneğindeki gibi, uydurabilirler. Bunda ahlaki, vicdani bir rahatsızlık da duymazlar, çünkü işin içine vatan sevgisi girince, insanlığın yürürlükten kalkacağına inanan çok sayıda kişinin var olduğunu bilirler ülkemizde. “Zırva tevil götürmez” demek için, ne tür örneklerle karşılaştı demek ki atalarımız. Böyle bir hikmetli söz kolay kolay söylenmez çünkü. Bu vecizeyi akıl eden, hayatı boyunca ne kadar çok Atilla Olgaç’la karşılaştı, kimbilir. İtirafıyla ortalığın, hem de bir hayli karışması üzerine Olgaç’ın, “bu bir film senaryosuydu. Gerçek gibi anlattım” yollu tevillere sapması atalara hak vermek için yeterlidir benim açımdan. “On dokuz yaşında esir bir Rum askeri yüzüme tükürünce, alnından vurup öldürdüm” dediğini de anımsayın. Varsayalımki bu bir senaryo. Elleri kolları bağlı bir Rum askerini, kendisine tükürmüş bile olsa, alnından vurup öldüren bir Türk askeri var bu “senaryo”da. Düşünebiliyor musunuz? Senaryoda bile, Türk askerine biçtiği rol bu Olgaç’ın. Buradaki vahameti askerseverler düşünsün. Ben, vatanseverlik yapayım derken ettiği lafın altından kalkmak için, kendi askerini bile harcayan bu sersemliğe dikkat çekmek istiyorum. Elleri kolları bağlı bir askerin, kendisini esir alanların yüzüne tükürecek kadar cesur olduğunun anlatıldığı bir “senaryo”ymuş bu, hatırlatırım. Neydi bu Olgaç? Kurtlar Vadisi’nin oyuncularından biri. Çok iyi. Bu dizide millete “delikanlılık”, “yiğitlik” falan öğretiliyordu, değil mi? “Öyledir” deniyor. İzleyenlerine soruyorum o zaman: Elleri bağlıyken bile, kendini esir edenlere tükürmekten korkmayan on dokuz yaşındaki o Rum genci mi kahramandır, yoksa, birilerini cezalandırmaya bile yirmiden fazla adamıyla giden Polat Alemdar mı? Sorunun yanıtı, akılla, mantıkla değil, adalet duygusuyla, vicdanla ilgilidir.Yanıt vermeyi düşünenlere duyururum.

0 Comments:

Post a Comment